13 Mart 2020

Kuruluş ve Genişleme

     Ataları Malazgirt Savaşı'ndan (1071) sonra Orta ve Doğu Anadolu'ya yerleşen, göçebe Oğuz Türkmenleriyle Anadolu'ya gelmiş Kayı boyu mensuplarıydı. İran ve Mezopotamya'da İlhanlı Devleti'nin kurulmasıyla, Moğollar 13. yüzyılda yeni bir Türkmen dalgasını Anadolu'ya sürdüler. Önemli kesimleri Anadolu Selçukluları tarafından sınır uç boylarına kaydırılan bu ikinci dalgayla Anadolu daha da Türkleşti. Kösedağ Savaşı'nda (1243) Moğolların Anadolu Selçuklu ordusunu yenmesinin ardından Osman Gazi kuzeybatı Anadolu'daki uç beyliğinin emiri olarak sivrildi ve o yörede Bizanslılarla savaşan gazilerin önderliğini üstlendi. Anadolu Selçuklu gücünün yerini Moğolların gevşek metbuluğunun almasıyla, Anadolu'nun Moğol işgaline uğramamış bölgelerindeki Türkmen beylikleri bağımsız bir karakter kazandı. Bunlardan biri olan Osmanlılar arkalarında Germiyanoğulları gibi daha güçlü beylikler bulunduğundan akınlarını ister istemez İstanbul Boğazı ile Marmara Denizinin güneyinde kalan Bizans topraklarına yönelttiler. Kendilerine bir geçim kaynağı aramakta olan ve İslamı yayma ateşi taşıyan başıboş göçebeleri, kentli işsizleri ve sürekli yeni otlaklara gereksinim duyan aşiretleri çevrelerinde topladılar. Aynı zamanda Bizans İmparatorluğu'nun içsel çürümüşlüğünü yakından tanıdılar. I.Bayezit'e (1389-1402) kadar, bu ilk yayılmanın getirdiği kudret ve zenginliği doğudaki Anadolu Türk beyliklerini ele geçirmek için kullandılar.

     1300'e gelindiğinde Osman Gazi Dorylaion'dan (Eskişehir), Nikaia (İznik) Ovasına uzanan alanı ele geçirmiş ve Bizanslıların giriştiği birkaç örgütlü karşı saldırıyı püskürtmüştü. Bizans İmparatoru'nun Batı Avrupalı paralı askerlere başvurması Türklerden çok kendi toprakları ve halkına zarar veriyor, hem iyice şişmiş ve müsrifleşmiş Bizans Devleti'nin ağır vergi yükünden, hem de Katalan ve Norman şövalyelerinin zorbalık ve yağmacılıklarından yılan Hristiyan köylüler, henüz görece ucuz bir yönetim sistemini, dolayısıyla daha hafif bir vergi yükünü temsil eden Türklerin himayesine girmeyi yer yer iyi karşılayabiliyorlardı. Bununla birlikte Osmanlılar o sırada etkili kale kuşatma ve düşürme araçlarından yoksundu; büyükçe kentleri alamadıkları gibi, Güneybatı Anadolu'da güçlenen Türkmen komşuları Aydınoğulları ve Karesioğullarına da dokunamıyorlardı. Orhan Bey'in 1326'da Bursa'yı alması Yakındoğu'nun köklü devlet gelenekleriyle yüksek islam kültürü ve hukukunun taşıyıcısı olan ulema için bir çekim merkezi yarattığı gibi, gerçek bir ordunun kurulmasını ve beyliğin devlete dönüştürülmesini sağlayacak idari, mali ve askeri gücün biriktirilmesinde ilk büyük adımı oluşturdu. Kuzeybatı Anadolu'nun Nikaia, Nikomedeia (İzmit) ve Scutari (Üsküdar) gibi geri kalan Bizans kentlerini de 1330-1338 arasında ele geçiren Orhan Bey, daha sonra güneydeki Türkmen komşularının iç kavgalarından yararlanarak 1345'te Karesi topraklarını ilhak etti. Edremit Körfeziyle Kapıdağ Yarımadası arasındaki bölgeyi denetimi altına alarak Marmara Denizine ulaştı. O zamana kadar Trakya ve Konstantinopolis'teki (İstanbul) rakip Bizans hiziplerine paralı asker sağlamak Aydınoğullarının tekelindeydi. 1346'da ise Orhan Bizans imparatoru VI.İoannes Kantakuzenos'un başmüttefiki oldu ve böylece Osmanlı birlikleri için Avrupa'ya geçme olanağı doğdu. Umur Bey'in ölümünden (1348) sonra Aydınoğullarının dağılması üzerine Osmanlılar gazilerin önderliğini tek başlarına üstlenecek hale geldiler. Kantakuzenos'un Bizans tahtını ele geçirmesine yardımcı olan Orhan Bey, karşılığında imparatorun kızı Theodora ile evlendi ve Trakya'da dilediği gibi hareket etme hakkını kopardı. Osmanlı akıncılarının sık sık Gelibolu'dan yukarılara çıkarak elde ettikleri ganimet Osmanlı gücünün maddi temellerine katkıda bulundu. Orhan'ın küçük oğlu Süleyman Paşa 1353'te Gelibolu' yu üs haline getirdi ve Bizans'ın bütün tepkilerine karşın boşaltmayı reddetti. Süleyman'ın akıncıları bu üsten hareketle Meriç Vadisinden Balkanlar'a yöneldiler. Bir süre sonra Kantakuzenos, biraz da Türklerle işbirliği yapması nedeniyle tahttan düştü ve Avrupa tehlikenin gerçek boyutlarını fark etmeye başladı.
     Bununla birlikte I.Murat (1360-1389) dönemine değin Gelibolu kalıcı fetihler için kullanılmadı. Bundan sonra, savunucularının azlığına ve dağınıklığına karşın Konstantinopolis'in kalın surlarından yılarak çevresinden dolaşmayı yeğleyen Osmanlılar doğrudan kuzeye, Trakya'ya uzandılar. Bu aşama 1361-62'de Adrianopolis'in zaptıyla noktalandı ve Bizans İmpatorluğu'nun bu ikinci büyük kenti Edirne adıyla yeni Osmanlı başkenti oldu. Konstantinopolis ile Tuna arasındaki en önemli kale olan Edirne Osmanlılara Avrupa'daki toprak kazanımlarını korumada, Trakya'yı yönetmede ve kuzeye doğru yayılmada önemli kolaylıklar sağlıyordu. Meriç Vadisinden yukan hareketini sürdürerek 1363'te Plovdiy'i (Filibe) alan Murat Hüdavendigar Bizans'ın başlıca tahıl ve vergi kaynaklarını denetimine alarak imparatoru Osmanlıların metbuluğunu tanımaya zorladı. Sırp prensi Stefan Dusan'm ölümü (1355) üzerine bölünmüş ve zayıf durumda kalan Sırplar, Macar kralı I.Lajos (Büyük) ve Bulgar çarı İvan (Şişman) ile ittifak kurarak Osmanlılara karşı ilk Haçlı seferini başlattılar. Bizans imparatoru V.İoannes de Konstantinopolis (Ortodoks) ve Roma (Katolik) kiliselerini birleştirerek Avrupa'nın desteğini sağlamaya çalıştıysa da, Bizans Batı'dan herhangi bir somut yardım alamadığı gibi kendi içinde daha fazla bölündü. Böylece I. Murat'ın Çirmen Savaşı'nda (1371) müttefiklere karşı kazandığı zafer Osmanlıların kendilerine olan güvenlerinin artmasına, düşmanlarının da daha fazla direnmeden Murat'ın metbuluğunu kabul etmelerine yol açtı. Bundan sonra Murat Hüdavendigar Avrupa'da vasallık ilişkilerine dayanan bir imparatorluğun temelini attı. Osmanlılar kendilerini metbu tanıyan, yıllık vergilerini düzenli ödeyen ve istendiğinde Osmanlı ordusuna asker veren yerel hanedanları tasfiye yerine onlarla işbirliğine gittiler. Egemenliklerini barış içinde benimseyen yönetici sınıflarla tebalannı canlarına, mallarına, geleneklerine ve konumlarına dokunulmayacağı konusunda rahatlatarak olası direnmeleri yumuşattılar ve kendi devlet aygıtlarını henüz çok geliştirmeden ya da işgal garnizonları kurmadan yeni topraklarını kolayca yönetebilir duruma geldiler. Murat Hüdavendigar 1371-1387 arasında Makedonya'yı, bu arada Manastır (1382), Sofya (1385) ve Niş'i (1386) kapsayan Orta Bulgaristan'ı, sonunda da Sırbistan'ı fethetti. Tuna'nın güneyindeki imparatorluk alanını pekiştiren bu hamle Balkan ülkeleri ittifakının 1389'daki I.Kosova Savaşı'nda uğradığı dramatik yenilgiyle noktalandı. Bugünkü Romanya, Bosna, Arnavutluk, Yunanistan ve Sırpların Belgrad Kalesi daha Osmanlı egemenliği dışındaydı, ama artık Müslüman yayılmasını durdurabilecek tek güç Macaristan'dı.
      Yıldırım Bayezit 1390 sonuna kadar Batı Anadolu'daki bütün Türkmen beyliklerini topraklarına kattı. 1391'de Karamanlıları yendi, Doğu Anadolu'daki bazı Türkmen beyliklerini ortadan kaldırdı. Ama bölgenin fethini tamamlamaya hazırlandığı sırada, Balkanlar'da Macaristan ve Bizans'tan yardım gören bazı vasallarının ayaklanması üzerine Avrupa'ya döndü. İki cephe arasındaki hızlı hareketleri nedeniyle Yıldırım sanı verilen Bayezit asileri kısa zamanda bastırdı (1390-93). Bulgaristan'ı işgal edip ilk kez doğrudan Osmanlı yönetimine bağladı ve Konstantinopolis'ı kuşattı. Macaristan'ın karşılık olarak örgütlediği büyük Haçlı seferini de Niğbolu Savaşı'nda (1396) bozguna uğrattı. Tuna'nın güneyinde Osmanlı egemenliği iyice sağlamlaşmış, Avrupa dehşete düşmüştü, islam dünyasında büyük saygınlığa kavuşan Bayezit, Kahire'deki kukla Abbasi halifesi tarafından (sultan unvanını tekellerinde tutmak isteyen Memluklerin muhalefetine karşın) sultan ünvanıyla ödüllendirildi. Bu nokta 14. yüzyıldaki Osmanlı genişlemesinin doruğu oldu. Bundan sonra haçlıların yarım bıraktırdığı işine dönen Bayezid, 1397'de Karamanlıları çiğneyip geçerek bu son Türkmen beyliğini topraklarına kattı. Osmanlıların Doğu Anadolu'ya dayanmaları, Orta Asya, İran, Afganistan ve Mezopotamya'da güçlü bir imparatorluk kurmakta olan Timur'un dikkatini çekmekte gecikmedi. 1398'de Hindistan'ı istilaya girişen Timur, batı kanadındaki ağırlık nedeniyle bu projesinden vazgeçmek zorunda kaldı. Osmanlılar ile Anadolu beylikleri arasındaki siyasi ve askeri mücadele, yerleşik köylülerin vergilendirilmesi üzerine kurulu sürekli, profesyonel ordusu ve bürokrasisiyle gerçek bir devlet ile göçebe kabile düzeni arasındaki toplumsal çatışmayı da ifade ediyordu. Türkmen beyliklerinin yapısı ise klasik Asyalı karakterine Osmanlılarınkinden daha çok uyan Timur'un devletine yakındı. Bayezit'den kaçarak kendisine sığınan Türkmen beyliklerinin de etkisiyle Timur sonunda Osmanlı gücünü kırmaya karar vererek Anadolu'ya girdi ve Sivas'ı yakıp yıktı. Bayezid ile Timur'un farklı nitelikteki orduları birbirlerine kavuşurlarken, bazı bakımlardan 1071'deki Malazgirt Savaşı'nda Uz ve Peçeneklerin Bizans'tan Alp Arslan'a geçmesine benzer bir gelişmeyle Osmanlıların Türkmen vasalları ve Müslüman askerleri, yalnızca kafirlere karşı savaşmayı öngören gazi geleneğinden koptuğu gerekçesiyle Bayezit hanı terk edip Timur'a katıldılar. Yalnız Hristiyan vasallarının birlikleriyle kalan Yıldırım Bayezit 1402'deki Ankara Savaşı'nda Timur'a tutsak düştü ve bir yıl geçmeden öldü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder