13 Mart 2020

Fetret'ten İstanbul'un Fethine

     Anadolu'yu fethetmeyi düşünmeyen Timur, kendisine katılan Türkmen beylerine eski topraklarını vererek çekildi. Böylece Osmanlılar daha Bayezit'in oğulları zamanında Batı Anadolu'daki kazanımlarını geri alabildiler. İmparatorluğun o sırada herhangi bir saldırıya uğramayan Avrupa topraklarının sağlam iç örgütlenmesi bunda belirleyici oldu. Türkleri belki Rumeli'den söküp atabilecek güçlü bir Haçlı seferi Hristiyan alemindeki bölünmeler nedeniyle gerçekleşmeyince, Osmanlı Devleti'nin toparlanmasının önündeki başlıca engeli şehzadeler arası kavgalar oluşturdu. Bayezit'in dört oğlu taht uğruna birbirlerine girdiler. Yükseliş yüzyıllarının büyük köylü ayaklanmaları bu ortamda çıktı. Büyük şehzade Süleyman Çelebi, Osmanlılar'ın Hristiyan vasallarını Bayezit'in doğudaki son fetih girişimini destekleyen kesimleri yanına alarak Edirne'yi başkent edindi ve bir ara Trakya'ya egemen oldu. Avrupa'daki ilk yayılma, dalgasının ardındaki eski Türkmen soyluları ise Çelebi Mehmet'in (I.Mehmet) çevresinde toplandılar. Güven ve istikrardan yana olan esnaf ve zanaatçı loncaları ile Anadolu'daki kent kökenli, merkeziyetçi tarikatların da katılmasıyla Çelebi Mehmet bütün kardeşlerine üstün gelmeyi başardı. Bursa'daki Musa Çelebi'yi, Balıkesir'deki İsa Çelebi'yi ve Süleyman Çelebi'yi öldürttü. Fetret Devri de (1402-13), Çelebi Mehmet'in bütün imparatorluğa egemenliğini kabul ettirmesiyle son buldu. Bu arada Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ayaklanmaları da bastırıldı. I.Mehmet'in (1413-21) ve II.Murat'ın (1421-44 ve 1446-51) hükümdarlığı sırasında ikinci bir genişleme dönemi yaşandı ve imparatorluğa yeni topraklar katıldı. Çelebi Mehmet ihtiyatlı bir politikayla Bulgaristan ve Sırbistan'da eski vasallık sistemine geri döndü ve bağlı prensliklere Avrupa'da yeni seferlere girişmeyeceği konusunda güvence verdi. II.Murat da padişahlığının ilk yıllarında daha çok Rumeli' deki gazilerin, komutanlarının ve vasal prenslerin, Anadolu'da da Ankara Savaşı'ndan sonraki konumlarına dönmeye çalışan Türkmen beylerinin yarattığı iç sorunlarla uğraştı. 1422-23'te Balkanlar'daki direnişi bastırdı. Konstantinopolis'i bir kez daha kuşattı ve kuşatmayı ancak Bizans'ın yüklü bir haraç ödemesi üzerine kaldırdı. Ardından Anadolu'ya yeniden egemen olarak Timur'un geride bıraktığı Türkmen beyliklerinin çoğunu haritadan sildi. Doğudaki Timurlular Devleti'ni tedirgin etmemek için yalnız Karamanlılar ile Candaroğulları'nı vergiye bağlamakla yetindi. Bundan sonra ise, Osmanlı Devleti'yle Venedik arasındaki ilk savaşı başlattı (1425). Venedik Osmanlı topraklarında ve Karadeniz'de ticaret üstünlüğünü kazanmak için o ana değin sultanlarla iyi geçinmeye çalışmışsa da, Osmanlıların Makedonya'yı geçerek kendi gölü saydığı Adriyatik kıyılarına erişmesini engellemek uğruna Selanik'i Bizans'tan devralmıştı. Savaş birkaç yıl sürüncemede kaldı. Venedik İtalya'daki sorunlarla uğraşıyor, Osmanlılara da Venedik kadırgalarıyla açık denizde değilse bile kıyı sularında, ordunun koruması altında baş edebilecek bir filo oluşturmak için zaman gerekiyordu. Bu arada Macaristan'ın Eflak topraklarına egemen olma çabası da, Murat'ı ömrünün sonuna kadar uğraştıracak bir dizi çatışmayı başlattı. Sonunda II.Murat Selanik'i ablukaya alıp ordusunun kente girmesini (1430) sağlayacak bir donanma kurdu ve Adriyatik ile Ege'deki Venedik limanlarına denizden yapılan akınlarla Venedik'i 1432'de barışa zorladı. Anlaşma koşullarına göre Venedik Osmanlıların Adriyatik'e çıkmasını önlemeye çalışmaktan vazgeçiyor, karşılığında imparatorluk sınırlan içinde önde gelen ticari güç olmasına izin veriliyordu.

     Osmanlı Devleti'nin kurucu aristokrasisini oluşturan, Fetret Devri'nde de Çelebi Mehmet'in çevresinde toplanan Türkmen soylularının tahta çıkardığı II.Murat, çok geçmeden bu eski ailelerin Rumeli ve Anadolu'da kazanılan topraklarda kurdukları büyük mülklere dayanarak güçlenmelerinden tedirgin olmaya başladı. Türk beylerinin nüfuzunu dengelemek için hizmetindeki Türk olmayan grupları güçlendirmeye koyuldu. Özellikle, Yeniçeri Ocağı denen piyade örgütlenmesine ve her yıl Balkan eyaletlerinden toplanan Hristiyan gençlerin Müslüman yapılarak sultana ömür boyu sadakat içinde yetiştirilmeleri anlamına gelen ünlü devşirme usulüne ağırlık verdi. Böylece devletin nispeten özerk çıkarlarına hizmet ederek devlete toplumdan ve toplumsal sınıflardan tümüyle bağımsızmış gibi bir görünüm kazandıran bir sistemi geliştirdi. Yeni fethedilen toprakların tımar, zeamet ve haslar halinde dağıtımından aslan payım alarak zenginleşen ve çoğalan devşirmeler bu yükselme dönemlerinde hep savaştan ve sürekli genişlemeden yana oldular. Tehlikeyi gören eski Türk aileleri ise doğal olarak buna karşı çıktılar ve özellikle birçok sadrazam yetiştiren Çandarlılar çevresinde barış yanlısı bir grup oluşturdular. II.Murat bazen köklü ailelerin doğudan gelebilecek yeni bir tehlike ve yeniden iki cephede birden savaşmak olasılığına ilişkin uyarılarına ikna olmuş göründü ya da uymak zorunda kaldı. Bazen de devşirmelerin saldırı özlemleri doğrultusunda davranarak, 1434'te Sırbistan ve Eflak üzerinden yeniden Macaristan'la mücadeleye girdi. Macar kralı Sigismund'un 1437'de ölmesinden yararlanarak Sırbistan'ı 1439'da ele geçirdi. Böylece vasallık ilişkilerini her yerde dolaysız Osmanlı yönetimine dönüştürmeye doğru bir adım attı. Artık Tuna'nın kuzeyine ilerlemenin önündeki başlıca engel Macarların elindeki Belgrad Kalesi'ydi. Bu noktada Osmanlıları Eflak'ta, gazilerle sınır savaşlarında pişmiş, karakışta bile harekatı sürdürecek kadar dayanıklı ve inatçı Janos Hunyadi'nin komutası altındaki Macarlar duraklattı. Osmanlı kuvvetlerinin Hunyadi komutasındaki güçlere yenilmesine barış yanlısı Türk soyluların baskısı da eklenince, II.Murat 1444'ün hemen başlarında Edirne-Segedin Antlaşması'yla Sırbistan'a özerkliğini geri vermeye, Eflak ve Belgrad üzerinde Macar egemenliğini tanımaya, Tuna'nın kuzeyine akın yapmamaya razı oldu. Aynı yıl Anadolu'daki başlıca düşmanı Karamanlılar ile barış yaparak tahtı çok genç yaştaki oğlu II.Mehmet'e (1444-46 ve 1451-81) bıraktı ve Manisa'ya çekildi ya da tam anlaşılamayan siyasal çatışmalar içinde çekilmeye zorlandı. Devşirmeler II.Mehmet'in çevresinde kümelenirken Çandarlı Halil Paşa sadrazamlığını korudu ve böylece çelişmeler çözülmemiş kaldı. Bizanslılar ve papa ise Osmanlı üst yönetiminde oluşan otorite boşluğundan Osmanlıları Avrupa'dan sürmek için yararlanmaya kalktılar. Örgütledikleri yeni Haçlı seferine, Müslümanlarla imzaladıktan barış anlaşmasının bağlayıcı sayılamayacağı konusunda papanın güvence vermesiyle Macaristan ve Venedik de katıldı. Haçlı ordusu Balkanlar'ı aşarak Karadeniz kıyısındaki Varna'ya vardı. Burada ikmallerini yaparak onları Konstantinopolis'e taşıması planlanan Venedik filosu, II.Murat'ın Osmanlı ordusunun büyük bölümüyle Anadolu'dan gelmesini de önleyecekti. Ama Sırbistan'ın sultana sadık kalması Venediklilerin de yenilgi durumunda ticari ayrıcalıklarını yitirmekten korkarak yükümlülüklerini yerine getirmemesi Haçlıları Varna'da hareketsiz bıraktı. Bu arada Edirne'de askerin de ayaklanması üzerine devşirme paşaların içten içe hoşnutsuzluğuna karşın çağrılan II.Murat Rumeli ve Anadolu tımarlılarını birleştirecek zamanı buldu ve 10 Kasım 1444'te Varna'da ezici bir zafer kazandı. Bundan sonra Trakya, Makedonya, Bulgaristan ve Yunanistan'ın geniş kesimleri dolaysız yönetime geçirildi. Gjergj Kastrioti önderliğindeki Arnavutlar ise II.Kosova Savaşı'ndaki (1448) kesin yenilgiye kadar direndiler. II.Murat Şubat 1451'de öldüğünde Tuna sınırı güvenlik altındaydı. II.Mehmet'in ikinci saltanat dönemi açılırken, dıştaki sakinliğe karşılık, Osmanlı sarayı ve egemen sınıfının iç ilişkileri son derece gergindi. Devşirmeler artık bekledikleri günün geldiğini düşünerek sabırsızlanıyor; genç sultan, yedi yıl önce yeniçerilerin Buçuktepe Olayı'nın, hatta belki ondan önce Haçlı seferinin, el altından Çandarlı Halil Paşa tarafından kışkırtılmış olduğundan kuşkulanıyordu. Ama yeni bir iktidar odağı oluşturmaksızın, baba yadigarı yaşlı vezirin temsil ettiği kurucu aristokrasinin gücünü kırmak için ancak büyük, olağanüstü bir zaferin kazandırabileceği saygınlıktan yararlanabilirdi. Bu nedenle, Varna ve II.Kosova savaşlarıyla ortaya çıkan elverişli durumu yeni fetihlerle değerlendirmek isteyen savaş yanlısı devşirmelerin ilk hedefi doğrudan doğruya Konstantinopolis oldu. Fatih Sultan Mehmet ve yandaşlarının sağlam gerekçeleri vardı. İki yakada kazanılan onca toprağın doğal yönetim ve kültür merkezi başkalarının elinde kaldıkça, Avrupa'daki Osmanlı egemenliği daha fazla genişletilemeyeceği gibi, Rumeli ve Anadolu'yu birleştiren gerçek bir imparatorluk da yaratılamayacaktı. Sadrazam ve öbür Türk soylulan ise İstanbul'a saldırmaya şiddetle karşıydılar. Hep yeni bir Haçlı seferi olasılığını öne sürüyor, gerçekte ise Bizans başkentinin düşürülmesinin devşirmelerin zaferi olacağından çekmiyorlardı. Bu inatçı tutumları sultanda ihanet kuşkusu uyandırdığı gibi, zamanı geldiğinde Çandarlı Halil Paşa'nın ihanetle suçlanması senaryosuna da uygun düşecekti. Kaldı ki, var olan kuvvet dengelerini sürdürmek uğruna Halil Paşa gerçekten Bizanslılarla bazı gizli ilişkilere girmiş olabilirdi.
     Sonunda gerçekleşen kuşatma (6 Nisan - 29 Mayıs 1453), Konstantinopolis'in fethi ve Osmanlı başkenti yapılması Osmanlı tarihinde yeni bir perdeyi açtı. İç politika açısından, eski Türk ailelerinin korktuğu başlarına geldi. Önderleri hemen idam ya da sürgün edildi ve servetlerine el kondu. Bütün kilit mevkilere devşirmelerle yandaşları yerleşti. Dışta ise İstanbul'un alınışı, eski halifelik toprakları hala Mısır Memlukleri ile İran'daki Timur ardıllarının elinde olduğu halde, II.Mehmet'i Fatih sanıyla İslam aleminin en ünlü hükümdarı yaptı. Üstelik Mehmet'in özlemleri, yalnızca Müslümanları ve Türkleri egemenliği altında toplamaya değil, yeni aldığı kentin simgelediği her şeye, Bizans İmparatorluğu'nun canlandırılmasına, hatta belki tüm Hristiyan dünyasına kadar uzanıyordu. Bu kadar kapsamlı hedefler uğruna Fatih Sultan Mehmet çeşitli dayanak noktaları kurmaya girişti. İlk olarak, İstanbul'u yüzyıllar boyu hükmettiği alanın yeniden siyasal ekonomik ve toplumsal merkezi haline getirmeye yöneldi. Bu amaçla, imparatorluğun bütün tabi halklarından grupları kente yerleştirmeye başladı. En nitelikli, yetenekli ve girişken kişileri başkente çekmek için özel vergi bağışıklıkları getirdi. Belli başlı dinsel grupların millet denen cemaatler halinde kendi kendilerini yönetmelerine, sultanın genel himayesi altında kendi dinsel önderlerini, geleneklerini, medeni hukuklarını, dillerini korumalarına izin verdi. Kent fiziksel açıdan da restore edildi. Eski yapılar onarıldı; yollar, su kemerleri, köprüler yapıldı. Kanalizasyon sistemi iyileştirildi, kalabalık bir nüfusu beslemek için gerekli dev bir ikmal ve iaşe ağı kuruldu. İstanbul'un sanayi ve ticaretini geliştirmek için imparatorluğun dört bir köşesinden tüccar ve zanaatçılara belirli ayrıcalıklar tanındı. Zamanına göre çok geniş, hatta kozmopolit bir kültür taşıyan, ideolojiye çok önem veren, Rumca bilen ve Roma imparatorlarının ardılı görüntüsünü bilinçli olarak veren, İtalyan Rönesansı'nı dikkatle izleyen ve İslamın yasaklarına karşın Bellini'ye ünlü portrelerini yaptıran Fatih Sultan Mehmet, daha çok sipahiye tımar verebilmek için miri araziyi genişletmeyi ve şeriatı çiğnemek pahasına, örfi hukuk buyurma yetkisine dayanarak kurucu aristokrasinin elindeki mülk ve vakıfları yeniden devlet rakabesine almayı denedi. Bütün bu nedenlerle şeriatın temsilcileri ve halk arasında, gizlice Hristiyan olduğu ya da olmayı düşündüğü bile söylenen II.Mehmet cihan egemenliği iddiası doğrultusunda, hırs ve enerjisinin önemli bir bölümünü Asya ve Avrupa'daki topraklarını büyütmeye ayırdı. Bizans ve Selçuklu hanedanlarının tek meşru varisi olduğunu sorgulayabilecek hiçbir bey bırakmadı. Geri kalan bütün vasallık ilişkilerinin yerine dolaysız Osmanlı yönetimini geçirdi. Ayrıca, Osmanlı egemenliğini II.Murat'dan devir alınan sınırların ötesine taşıdı. 1454'ten 1463'e kadar Avrupa'nın güneydoğusuna ağırlık vererek Sırbistan'ı ilhak etti (1454-55). Mora'yı imparatorluğuna katarak (1458-61) Bizans tahtının son hak sahipleri olan despotları ortadan kaldırdı. Venedik Mora'nın Ege kıyısındaki önemli kalelerini sultana teslim etmeyi reddettiğinde, Fatih Sultan Mehmet Osmanlı-Venedik Savaşı'nı başlattı (1463-79). Aynı zamanda Trabzon (1461) ile Sinop ve Kefe gibi Karadeniz'de varlıklarını koruyabilmiş Ceneviz ticaret kolonilerini alarak, Kırım hanlarının Osmanlı metbuluğunu kabulü sürecinin ilk adımını attı. 1463'te Katolik Macarlardan büyük baskı gören yerli Bogomil mezhebi, üyelerinin yardımıyla Bosna'yı işgal ve ilhak etti. Venedik'ten denizyoluyla gelen yardımlarla Arnavutluk direnmeyi sürdürdüğünde, kalabalık Türkmen aşiretlerini buraya sevkederek fethin tamamlanmasını sağladığı gibi, ülkede yerleşik bir Müslüman nüfus da yarattı. Yeni bir Haçlı seferi düzenleyemeyen Papalık ve Venedik ise Karamanlılar ile İran'da Timur ardıllarının yerini alan Uzun Hasan'ın yönetimindeki Akkoyunluları kışkırtarak II.Mehmet'in dikkatini doğudaki geleneksel düşmanlarına çekmeye çalıştılar. Ama Fatih Sultan Mehmet sülale kavgalarından ustaca yararlanarak 1466'da Karaman'ı işgal etti ve Anadolu'daki dolaysız Osmanlı yönetimini Fırat'a dayandırdı. Uzun Hasan buna çok sayıda Türkmen beyiyle Anadolu'ya girerek karşılık verdiğinde, Venedik de Mora'daki hücumlarını yoğunlaştırdı, Macaristan Sırbistan'ı istilaya başladı ve İskender Bey Bosna'ya saldırdı. Fatih Sultan Mehmet ise bu düşmanları birer birer yenmeyi başardı. 1473'te Otlukbeli Savaşı'nda Uzun Hasan'ı bozguna uğrattı. Akkoyunlu hükümdarı Anadolu'nun tümünde Osmanlı egemenliğini tanıdı ve İran'a döndü. Bu basan Suriye'deki Memlüklerle çatışmaya yol açtı. Memlükler'i yenememekle birlikte etkisiz duruma getiren II.Mehmet yeniden Venedik'le ilgilendi. Adriyatik kıyılarına denizden yapılan bir dizi akın sonunda varılan barışla (1479) Venedik Arnavutluk ve Mora'daki üslerini teslim etmeyi, ticari ayrıcalıklarının sürmesi karşılığında Osmanlılara her yıl düzenli haraç ödemeyi kabul etti. Bununla birlikte ortaçağ dünyasını Hindistan ve Çin'e bağlayan İpek Yolu ve Baharat Yolu'nun İtalya'daki son duraklarını ele geçirip karlı bir ticareti denetimine almayı amaçlayan Fatih Sultan Mehmet artan deniz gücüyle sonraki yıl yeniden harekete geçti. Ağustos 1480'de Otranto'ya Gedik Ahmet Paşa komutasında bir ordu çıkardı ve Rodos'a saldırdı. Başarının eşiğindeki Fatih Sultan Mehmet'in bilinmeyen bir yöne, belki Mısır'a doğru sefere çıkmak üzereyken 1481'de Hünkarçayırı'nda ansızın ölmesi, İtalya seferi girişimine son verdi.
     Fatih Sultan Mehmet büyük fetihlerinin yanı sıra imparatorluğun kurumsal yapılanmasına da önem yerdi. Önceki yüzyılda örf aracılığıyla gelişmiş olan siyasal, yönetsel, hukuksal ve askeri usulleri bir dizi kanunnamede sistemleştirmeye çalıştı. Ama gerekli derlemenin boyutları ve art arda gelen seferler nedeniyle bu iş, ancak 16. yüzyıl ortalarında, I.Süleyman'ın (Kanuni) hükümdarlığında tamamlanabildi. Devletin ekonomik ve toplumsal temellerinin sağlamlaştırılması açısından da çelişkili sayılabilecek bir başarıya ulaşan Fatih Sultan Mehmet'in en önemli sorunu, bir yandan askeri harekatlarını, bir yandan da yeni yönetim aygıtlarını finanse edecek parayı bulmaktı. Hem Osmanlı merkeziyetçiliği görece ileri bir likiditeye yaslanmak zorundaydı, hem de devlet büyüyüp karmaşıklaştıkça özellikle ordu aracılığıyla ekonomiye gittikçe ağırlaşan bir yük biniyordu. Fethedilen toprakların çoğu has ve zeamet biçiminde dağıtılmış, sonra da bunların bir bölümü eski Türk soylularınca çeşitli yollardan mülk ve vakıf statüsüne geçirilerek asker (cebelü) besleme yükümlülüğünden arındırılmış olduğu için, II.Mehmet'in öncellerinden devraldığı vergi usul ve mekanizmaları ne yeterli nakit, ne de yeterli sayıda eyalet süvarisi sağlayabiliyordu. Fatih Sultan Mehmet'in bu durumda denediği çözümler kısa vadeli amaçlarına ulaştıysa da, uzun vadede ciddi sorunlar doğurdu. İlk önlem olarak, belirli aralarla bütün sikkeleri dolaşımdan çekip yerlerine nominal değeri aynı, ama ayan düşük sikke (züyuf akçe) çıkarttı, yani tağşiş usulünü devreye soktu. Herkesi yeni sikkeleri kullanmaya zorlamak için, her yana olağanüstü yetkilerle donatılmış silahlı müfrezeler yollayarak, duyurulan süre içinde yenisiyle değiştirilmemiş daha değerli eski sikkelere karşılıksız el koydu. Böylece halkın elindeki altın, gümüş ya da bakırın bir bölümü hazineye aktanldıysa da tağşişlerin kısa zamanda yol açtığı hızlı enflasyon zanaat üretimine ve ticarete zarar verdi. II.Mehmet'in ek gelir arayışında başvurduğu ikinci yöntem bazı zorunlu tüketim maddelerini devlet tekeline almak, sonra bu gelir kaynaklarını birer mukataa olarak açık artırma yoluyla en yüksek peşin bedeli ödeyenlere belirli sürelerle satmaktı. Tarım dışı sektörlerde mültezimliğin hızla yayılmasına ve tefeci sermayesinin güçlenmesine yol açan bu uygulama da, mukataaları alanların bir an önce kara geçme çabaları nedeniyle suni darlıklar yaratılması ve fahiş fiyatlar üzerinden satış yapılması sonucunu doğurdu. Son olarak Fatih Sultan Mehmet, gelir yaratan her türlü mülkiyetin son çözümlemede sultana ait olduğu ilkesini getirdi ve özellikle tarımsal arazi üzerindeki devlet rakabesini güçlendirerek geniş mülk ve vakıf topraklarını zoralım yoluyla mirî araziye kattı. Miri araziden sipahilere dağıtılan küçük tımar sayısını artırmayı amaçlayan bu kapsamlı müdahale, gelir kaybına uğrayan ilmiye sınıfı üyeleri, eski Türk aileleri ve hatta büyük malikaneler edinerek eski ailelere benzemeye başlayan bazı devşirmeler arasında büyük hoşnutsuzluk yarattı. Sultanın tasarrufu örfi hukuk çerçevesinde gerçekleştiğinden, tepkiler özel mülkiyeti koruyan şeriat kanalından dile getirildi. Fatih Sultan Mehmet son yıllarda saltanatını ulemayı, Türk soylularını ye devşirmeleri birbirine karşı kullanarak sürdürebildi. Örneğin Çandarlı Halil Paşa'yı idam ettirdikten sonra bütün sadrazamlarını devşirmelerden seçmesine karşın son sadrazamı, kökeni eski Türk ailelerine dayanan Karamani Mehmet Paşa'ydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder